ÜNLÜ YAZARLARIN BİLİNMEYEN YÖNLERİ
“Elmasız yazmam abi” diyen Friedrich Schiller

Weiland, Herder ve Goethe ile birlikte, Weimar döneminin en önemli dört şairinden biri olanSchiller, yazarken masasında mutlaka ama mutlaka çürük bir elma bulundururdu. Soranlara, ara ara bu elmayı koklamanın onu başka diyarlara götürdüğünü, kendisini doğada gibi hissettirdiğini söylerdi.
Doğa tasvirli şiirlerin şairi olarak bilinen Schiller’in tüm bu eserlerini üzerinde sinekler uçuşan çürük bir elmayı koklayarak yazması gerçekten ilginç. Ama daha da ilginci var. Ünlü şair yazmak için elmanın kâfi gelmediği zamanlarda banyoya kapanır ve suyun içinde ilham gelmesini beklerdi.
Suyun rahatlatıcı bir özelliği olduğunu biliyorduk da ilham verici olduğunu bilmiyorduk doğrusu.
.
Beğenilmek isteyen bir yazar: Cahit Sıtkı Tarancı

Bazı insanlar sürekli bir beğenilme, onaylanma telaşı içindedir. Beğenilmediğini düşünüp hep bir eksiklik duygusuyla yaşar. İşte Cahit Sıtkı Tarancı da -tıpkı Ahmet Haşim ve Reşat Nuri gibi- çirkin olduğunu düşünerek içine kapanmış yazarlarımızdandı. Şiirlerinin yalnızlık, karamsarlık ve ölüm kokması bundandı. Oysa çirkin bir adam değildi Tarancı. Her daim bakımlı ve şıktı. Ah be Tarancı! “Yaş otuz beş yolun yarısı eder, Dante gibi ortasındayız ömrün” diye yazan biri ne kadar çirkin olabilir ya da çirkin olsa ne yazar!
Quasimodo onu görse hasedinden çatlardı: Victor Hugo

Beğenilme takıntısı yalnızca bazı yerli yazarlarımıza özgü bir hissiyat değildi. “Sefiller” ve “Notre Dame’ın Kamburu” gibi başyapıtların efsane yazarı Victor Hugo’nun da böyle bir takıntısı vardı. Yaşlanma etkilerini yavaşlatmak, vücudunu diri tutmak için her sabah buzlu suyla yıkanır, sesi güzel çıksın diye çiğ yumurta içerdi. Kötü görünmekten korkan yazar; her zaman şık giyinir, her gün ama her gün berbere gidip saçını düzelttirir, dakikalarca aynada kendini izlerdi.
Tüm bunları yaptığından mıdır bilinmez ama Hugo 83 yaşına kadar yaşadı.
Örgü ören, reçel yapan bir romancı: Hüseyin Rahmi Gürpınar

Yaşadığı dönemde oldukça bilinmesine ve sevilmesine karşın sonraki nesillerin çok tanımadığı bir yazardır Hüseyin Rahmi. Yaşamının son 31 yılını Heybeliada’nın tepesinde manzaraya nazır bir köşkte geçiren Gürpınar, temizlik hastasıydı. Mikrop kaparım korkusuyla eldivenleri olmadan sokağa çıkmaz, dört mevsim eldivenle dolaşırdı. Yazarın ilginç yönü sadece bununla da sınırlı değildi. Örgü örmeyi çok seven Gürpınar, Avrupa’dan model bile getirtirdi. Kendi ördüğü takkeleri giyer, yazmaktan sıkıldığı zaman mutfağa inip erik reçeli ve dondurma yapardı.
İşte buna inanamayacaksınız: Tefeci William Shakespeare

Babası döneminin en zengin tüccarlarından biri, annesi ise en zengin toprak ağalarından birinin kızıydı. Bu anlamda şanslı bir adamdı William Shakespeare. Ticarete, zenginliğe ve soyluluğa aşinaydı. Geçim sıkıntısı gibi bir derdi olmadığı için yazmaya uzun vakitler ayırabiliyor, sanat camiasıyla iç içe bir hayat yaşıyordu. Henüz 35 yaşında dönemin en büyük tiyatrosunun ortağıydı. İyi bir tiyatro adamı olduğu gibi iyi bir tüccardı da. Yazdıklarından daha fazlasını ticaretten, hatta“Büyük Yazarların Gizli Hayatları” kitabının yazarı Robert Schnakenberg’e göre tefecilikten kazanıyordu.
Edebiyat dünyasında büyük tartışma yaratan kitaba göre Shakespeare, kıtlık döneminde tahıl ticareti ve tefecilik yaparak, vergi kaçırarak geçimini sağlayan bir tüccardı. Ancak İngiltere, dünya çapında ünlü bir edebiyat tanrısı yaratmak istediğinden, Shakespeare’in bu yönleri tarihten silindi. Bu iddia kimilerine büyük bir iftira gibi gelebilir. Ancak ünlü yazarın kendisinin değil ama babasının tefecilikten birkaç kez yargılandığı kayıtlarla sabit.
İyi avcı, iyi aşçı, iyi romancı: Ernest Hemingway

Ölüme karşı hep tutku dolu bir ilgisi vardı. Dünyanın neresinde bir ayaklanma, iç savaş veya savaş çıksa bilin ki Hemingway oradaydı. Ölümden beslenerek yaşıyordu, yazıyordu sanki. En yakın dostları dahi böyle söylüyordu. Avcılığa düşkündü. Kampa ve doğaya da. Avlanmaktan, avladığı şeyleri müthiş yemeklere dönüştürmekten ve tarifi kendisine ait bu yemeklerle dolu sofraları dostlarıyla paylaşmaktan büyük keyif alırdı. Silahları, kadınları ve içkiyi severdi. Bu anlamda tipik bir Amerikalıydı aslında. Av tüfeğiyle vurduğu son şey ise kendisiydi.
Tolstoy'a özenip kıyafet tasarladı: Tevfik
Fikret

Şikâyet etmeyi severdi. Her şeyden şikâyet ederdi.
Büyük bir şairdi. Fakat nesir yazamazdı. Sakın “Dans etmeyi bile yürümesini bilmez mi?” demeyin. Acı gerçek buydu: Tevfik Fikret nesir yazamazdı.
Büyük bir şairdi. Fakat nesir yazamazdı. Sakın “Dans etmeyi bile yürümesini bilmez mi?” demeyin. Acı gerçek buydu: Tevfik Fikret nesir yazamazdı.
Buzlu kompostoya bayılırdı. Bilhassa taze kayısı ve şeftaliden yapılana...
Fikret, evinde şeklini kendi tasarladığı dik yakalı, omuzdan düğmeli, yakası işlemesiz gömlekler giyerdi. Bu gömleklerin ilhamını Tolstoy’dan almıştı.
Fikret, evinde şeklini kendi tasarladığı dik yakalı, omuzdan düğmeli, yakası işlemesiz gömlekler giyerdi. Bu gömleklerin ilhamını Tolstoy’dan almıştı.
Giyim kuşam konusundaki buluşu bundan ibaret değil. Bir kadın çarşafı icat etti.
Pek küçük bir pelerin, arkadan uzun bir iğneyle tutturuluyor. Bu iğne çıkınca çarşaf, bir an içinde gayet şık bir kostüm tayyör oluyor. İlk defa Tevfik Fikret’in eşi Nazime Hanım’ın giydiği bu çarşaf modeli, o dönem İstanbul’un kibar muhitlerinde derhal moda oldu ve alıp yürüdü.
Eskiden bizde bir şair laubaliliği, derbederliği vardı. Şairler kıyafetlerine özen göstermezlerdi. Tevfik Fikret, şık giyimiyle 'perişan şair kıyafeti'ni maziye
karıştıranların başında gelir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder